Soru
Selamun aleyküm hocam.
Hayırlı ve bereketli vakitleriniz olsun inşallah. Hocam itidalli bir müslüman nasıl olunur? Bunu hayatımın her alanında her işimde ve davranışımda uygulamak istiyorum. Fakat buna hiçbir zaman niyet ettiğim gibi uyamıyorum. Her seferinde bunu uygulamaya geç kaldığımı fark ediyorum. Bir işimde ya fazla abartıyorum ya da olması gerektiği gibi davranamıyorum. Bu konuda bana bir nasihat verebilir misiniz? Ölçüyü nasıl dengede tutmalıyım? Nasıl itidalli bir müslüman olurum? Cevaplarsanız çok memnun olurum. Allah razı olsun. Dua eder dua beklerim.
Cevap
Aleyküm selam ve rahmetullah.
Müslüman, itidallidir. Ümmetimiz, vasat ümmettir. Bize düşen dünyevi ve uhrevi her işimizde ifrat ve tefritten kaçınmaktır. Bunun en güzel yolu sünnet üzere yaşamaktır. Rasûlullah aleyhisselam şu dünyada nasıl yaşadıysa, dini için ne yaptıysa onu yapmaktır. Zira hayırlı olan itidalli olmak ise bunu en iyi yapan da Rasûlullah’tır aleyhisselam.
Rasûlullah aleyhisselam dünyasını ahiretine ahiretini de dünyasına ezdirmedi. Bizlere ibadeti sadece namaz, oruç, hac, cihad olarak anlatmadı. Allah için olduktan sonra bir kişiyi sevindirmenin, bir akrabaya misafirliğe gitmenin, arkadaşımıza gidip onunla sohbet etmemizin hatta insanlara tebessümün dahi ibadet olduğunu anlattı. Önce imanında, sonra da farzlarında taviz vermeden sosyal bir hayat yaşadı. Canının çektiği yemeği yediği gibi ertesi gün oruç tutmayı da bildi. Çok sevdiği atı, devesi oldu ama bunlara değil namaza gözümün nuru dedi. Dünya zevklerinden el çekmeyi buyururken aynı gecede birkaç hanımının yanına gittiği de oldu. Sevdi ama senin için ölürüm demedi. Nefret etti ama bu nefret ile mezara gideceğim de demedi. Amellerinde, duygularında ve tüm ilişkilerinde ifrata ve tefrite kaçmadı.
Sözü uzatmadan bir hadis nakledeyim. Böylece konu daha da net anlaşılacaktır.
Resûlullah bir gün sahâbeye kıyametten bahsetmişti. Onlar da çok duygulanıp ağladılar. Sonra içlerinden on kişi Osman bin Maz’ûn’un (r.a.) evinde toplandı. Aralarında Hz. Ebûbekir ve Hz. Ali de vardı. Yaptıkları istişâre neticesinde, bundan böyle dünyadan el etek çekmeye, kendilerini hadım ettirmeye, gündüzlerini oruçla, gecelerini de sabaha kadar ibâdetle geçirmeye, et but yememeye, kadınlara yaklaşmamaya, güzel koku sürünmemeye ve yeryüzünde gezip dolaşmamaya karar verdiler. Bu haber Peygamber Efendimiz’e ulaşınca, kalkıp Osman bin Maz’ûn’un (r.a.) evine geldi, fakat kendisini evde bulamadı. Hanımına, Osman ve arkadaşlarının kendisine gelmeleri için haber bıraktı. Onlar da Peygamber Efendimiz’in huzuruna çıktılar. Efendimiz, karar aldıkları husûsları kendilerine sayarak:
“– Bu konularda ittifak etmişsiniz, öyle mi?” dedi. Onlar:
– Evet ya Resûlallâh! Bizim böyle karar almakta hayırdan başka bir gayemiz yoktur, dediler. Bunun üzerine Efendimiz:
“– Şüphesiz ki ben bunlarla emrolunmuş değilim. Elbette sizin üzerinizde nefislerinizin hakkı vardır. Bazen oruç tutun, bazen tutmayın. Gece hem ibadet edin hem uyuyun. Ben hem ibâdet ederim hem de uyurum. Oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler de. Et yediğim gibi hanımlarımla da beraber olurum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” Sonra sahâbeyi toplayıp onlara bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Birtakım kimselere ne oluyor ki hanımlarıyla beraber olmayı, yeme içmeyi, güzel koku sürmeyi, uyumayı ve meşrû sayılan dünya zevklerini kendilerine haram kılıyorlar. Şüphesiz ki ben size keşiş ve ruhban olmanızı emretmiyorum. Benim dinimde et yemeyi terk etmek, kadınlardan uzaklaşmak bulunmadığı gibi, dünyadan el etek çekip manastırlara sığınmak da yoktur. Ümmetimin seyahati oruç, ruhbanlığı ise cihaddır. Allah’a ibadet ediniz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız, hac ve umre yapınız, namazlarınızı kılınız, zekâtınızı veriniz, Ramazan orucunu tutunuz. Siz dosdoğru olunuz ki başkaları da öyle olsun. Sizden önceki ümmetler, aşırılıkları yüzünden helâk oldular. Dini kendilerine zorlaştırdılar, Allah da onlara zorlaştırdı. Bugün kilise ve manastırlarda bulunanlar, onların artıklarıdır.”